İnsan ömrü hep geçmişin gölgesinde yaşanır desek, ne gelir aklınıza? Geçmiş deneyimler? Kaygılar? Travmalar? Önyargılar? Bunların hepsi ve daha fazlasından bahsediyoruz. Ve geçmiş derken de en gerilere işaret ediyoruz. Yaşamın ilk yıllarını, o en belirleyici gelişimsel dönemi kastediyoruz.

Gerçekten de yetişkin hayatımızda sergilediğimiz pek çok davranışın, hissettiğimiz pek çok duygunun, benimsediğimiz pek çok tutumun ardında çocukluk deneyimleri yatar. Kendimize ve başkalarına dair ilk bilgileri çocuklukta ediniriz. Dünya nasıl bir yerdir? İnsanlar güvenilir midir? Başkaları üzerinde ne kadar etki yaratabiliriz? Bu temel sorulara verilen ilk yanıtlar bu dönemde şekillenir ve sonrasında içselleşir. Zaman içinde bir repertuvar oluşturur ve karşımıza çıkan tüm uyaranları bu repertuvarın bize sunduğu lensin içinden görmeye başlarız. Bu süreç gerek bilinçli gerek bilinçdışı öğrenmelerle karakterizedir. İnsan, doğumdan itibaren karşılaştığı her şeyi yorumlar ve kendi içsel dünyasında bir yere koyar. Bu nedenledir ki deneyim son derece “öznel” bir nitelik taşır. Dış dünyada ne olduğu elbette önemlidir, ama belirleyici olan dış dünyanın içimizde nasıl kodlandığıdır. Yorumlarımız bize özgüdür. Aynı koşullarda büyümüş insanların hayata ne kadar farklı tepkiler verdiğine sıkça şahit olmuşuzdur.

Çocukluğun bugüne etkisi hem olumlu hem de olumsuz deneyimler üzerinden olur. Sağlıklı bir bağlanma ilişkisi içinde büyümüş bir çocuk, yetişkin olduğunda, sağlıklı ilişkiler kurabilecek altyapıya sahip olacaktır. Benzer bir şekilde, zorlayıcı bir büyüme ortamının olumsuz izleri de yetişkinlik yaşamını şekillendirecektir. Çocuklukta deneyimlenen ama yeterince işlenmemiş olan duygular, arka planda hep çalışır. Açık kalmış yaralarımız, karşılanmamış ihtiyaçlarımız, hayal kırıklıklarımız gizil bir biçimde bugünümüzün içine sızar. Dolayısıyla çocukluğumuza kazınmış olan bilinçdışı motifleri anlamadan bugünü anlamlandırmamız mümkün değildir. Çünkü bugün ortaya çıktığını düşündüğümüz sorunlar ve yükler, ağırlıklı olarak geçmişimizdeki zorlantı dinamiklerinin tekrarlarından ibarettir. Bunları tekrarlarız, çünkü tekrar; geçmişin yaralarını sarma çabası, kırıklıkları onarma arzusu anlamına gelir.

Evet, yaşam geçmişin gölgesinde seyreder durur. Biz geçmişe bakıp anlamaya çalışmadıkça adeta bir yazgı gibi tekrar eder dururuz acılarımızı. Geçmişle karşılaşma cesareti, bu acılardan arınmanın tek yoludur.